30 Haziran 2010 Çarşamba

Sabahlık


Bir arkadaşımın annesini kaybetmiştik, evde cenaze olayları haliyle... Bir sürü insan, iş-güç. Ortalığı toparlama, bulaşık yıkama, insanları yönetme, arkadaşa doktor çağırma gibi işlemlerden sonra evin sakinleşmesi.

Verilen sakinleştiricilerle ev ahalisinin uyku moduna geçmeye başlamasıyla, evi son kez bir kolaçan etmek isteyen M. insanının yatak odasındaki kapının arkasına asılı bir sabahlıkla karşılaşması ile daha fazla sakinliğini koruyamamasıyla ağlamaya başlaması.

Evet, sabahlık. Artık bir kadının tüm sabahlarının söndüğünü gösteren en yegane objenin sabahlığının oluvermesi.

Çok karışık olmaması aslında hayatın, öyle bizim karıştırır vaziyette olmamız bazen, bazen başımıza gelenlerden kaçamamamız, ama bazen de kaçabilirken yakalanmaktan haz duyar gibi olmamız.

Yüklemlerle sorunlarım var bu ara.

29 Haziran 2010 Salı

Bugün de böyle olsun...

Put your head on my shoulder baby,
Things can't get any worse.

Fena değil.

22 Haziran 2010 Salı

Ses

Bazen sadece ışığı gelir yıldırımlarının,
İçimden sayarım,
Bir, ki, üç...

Konuşmaz, karşı yakanın martıları bile benimle,
İki yakası bir araya gelmeyen bu şehirde.

M.

23.06.2010-Istanbul

21 Haziran 2010 Pazartesi

Nedendir bilinmez

Geçen gün eski sevgilimle konuştuk.

Bir şeylere başladığımızda haberdar olmadığım ama sonrasında kendisinden mütevellit ayrıldığım şu anki sevgilisiyle yaşadıkları sorunlardan, sevgisinin bitmiş oluşundan, 2 aydır ayrılmak için bir zaman dilimini bekleyip durduğundan ama o zamanın bir türlü gelemeyişinden, bu yüzden de kendini içkiye-ota-boka vermesinden, bir de sevgilisinin onun bulunduğu şehre yerleşmesinden ve beraber ev baktıklarından, olayların artık paldır küldür gidişatından, beni ne kadar sevdiğinden, özlediğinden ve benim de onu düşünüp durmamdan söz ettik.

Bir ara, acaba gelsem mi gibisinden şeyler dese de, ben olayı "tatil" için elbette ki şeklinde çevirip, süper aptala yatıp çözdüm. Ama galiba ben gidiyorum tatile onun yanına. Neyse, olay bu değil.

Olay, çözüme ulaşabilecek bir durumun çözülmemesinden kaynaklanan kangren bir hal. Evet. Şimdilik bu durum sadece ikisini etkiliyor. Sonrasında, biliyorum ki kendileri dışında bir sürü insanı da etkileyecek. Ama "Dj", karar veremiyor.

Başkalarının, hayatımızı bu denli etkilemelerine biz izin veriyoruz. İlişkilerden sorumlu devlet bakanı gibi konuşmanın da alemi yok ayrıca.

Bomboş bitirdim yazıyı.

Bu da böyle bir anımdır o zaman...

20 Haziran 2010 Pazar

God is in the rain

Şimdi dışarıda, bu yaz gününün gecesinin üçünde (aşağıda bulunan saati editlemiyorum bu kez) şakır şakır yağmur yağıyor.

Yağmur yağıyor diye planlarını iptal edenleri anlamadım hiç. Çocukken bile anlayamazdım, büyüyünce iyiden iyiye anlayamadım. (Gitgide mala bağladığımı zannetmememe rağmen.) Hızlıca da olsa, yerinden kalkıp gitmek, planı geç de olsa yapmak. Denemek, ıslanmak. "İnanılmaz ıslanmıştım o gün!" diyebilmek.

İşte ikiye ayrım var yine.

Islanmamak için vazgeçenlerle; ıslanmayı göze alıp, hastalanmayı, aksırıp-öksürmeyi, gecikmeyi, beklemeyi ve belki biraz olsun bekletmeyi hayatına dahil edebilenler. Islanmayanlar da aslında ıslananlara özenip modern hayatın yepyeni etiketlerini yaftalayıveriyorlar. "Plansız", "spontane" gibi kelimeleri geçirip lügatlardan, kendi normallerini daha diri tutuyorlar, çünkü genel eğilim buna müsait. (Bu: gündemdeki her şeyin mikrodalgada ısıtılıverilmesi) Bir de ıslandığınız için "aptal" gibi görünüyorsunuz.

Ben ıslanmayı tercih ediyorum. Sırılsıklam. Boğulurcasına ıslandığım oldu, oluyor ve olacak. Kendimle ilgili en iyi bildiğim şey bu.

Sırılsıklam olmayı tercih ettiğim için herkesin de öyle olmasını beklemiyorum elbette. Ben de şemsiye taşıyorum, en nihayetinde.

Bir kez sırılsıklam oldunuz mu... Onun tadını aldınız mı... Tanrı'ya daha yakınsınız.
Zaten günlerdir bu loş oda fısır fısır. Günlerdir de orada-burada-şurada-onun yatağında-ötekinin kanepesinde hatta berikinin üstünde falan derken, odayı da, odadakileri de dinlemeyi unutmuşum. Sırılsıklam olma halimi ne kadar sevsem de, durup biraz dinlemeli.

Sırılsıklam olup, pişman olanlar ve artık tercih etmeyenler de olabilir. Ama ben sanırım inatçıyım bu konuda da. Tam ıslanmadınız o zaman siz. Ciddiyim.

Benim sırılsıklam olma tutumumun, karşımdaki kişi için bazen korkutucu olabileceği, ya da "yok ya, ben bu yağmurda çıkmam" dediği sekme anları da oluyor işte.

Artık hiç gücüm kalmadı, migren de sol ön taraftan büyük ustalıkla kemirmeye başladı.

Yağmur da çok azaldı hem.

Şimdi istesen de sırılsıklam olamazsın işte...


19 Haziran 2010 Cumartesi

Bazen

Bazen

Yıldızları süpürürsün, farkında olmadan.
Güneş kucağındadır, bilemezsin.
Bir çocuk gözlerine bakar, ama arkan dönüktür.
Yüreğinde kuruludur orkestra, ama duyamazsın.
Koskoca bir sevdadır yaşamakta olduğun, anlamazsın.
Uçar gider, koşsan da tutamazsın...

W.Shakespeare.

15 Haziran 2010 Salı

En sevdiğim yeri

En Üstün Yol: Sevgi 1-13

13

İnsanların ve meleklerin dilleriyle konuşsam ama sevgim olmasa, ses veren bir pirinç çalgı ya da gürültü oluşturan bir zil durumuna düşerim. 2Peygamberlik etme yeteneğim olsa, tüm gizleri ve bilgileri bilsem, üstelik dağları yerinden oynatabilecek iman bütünlüğüne sahip olsam, ama sevgim olmasa bir hiçim. 3Sahip olduğum her şeyi yardım niteliğinde sunsam, bedenimi de yakılan sunu kılsam, ama sevgim olmasa bana hiçbir yararı olmaz.

4Sevgi katlanır, iyilikle davranır, kıskançlık bilmez. Sevgi büyüklenmez, böbürlenmez, 5utandırıcı bir şey yapmaz, kendi çıkarını kovalamaz, içerlemez, kötülüğün hesabını tutmaz. 6Haksızlık karşısında sevinmez, gerçek karşısında sevinir. 7Sevgi her güçlüğe dayanır, her şeye inanır, her şeyden umutlanır, her duruma sabreder.

8Sevgi yozlaşmaz. Peygamberliklere gelince geçip gidecekler. Diller susacak, bilgi de yok olacak. 9Çünkü bilgimiz de, peygamberliğimiz de tam değil, sınırlıdır. 10Ama Yetkin Olan geldiğinde, sınırlı olan ortadan kalkacak. 11Çocukken çocuk gibi konuşur, çocuk gibi düşünür, çocuk gibi kafa yorardım. Olgunluk döneminde çocukluğa özgü davranışları geride bıraktım. 12Çünkü şimdi aynada bir bilmeceye bakarcasına görüyoruz; ama o zaman yüz yüze göreceğiz. Şimdi kısıtlı kapsamda biliyorum; ama Tanrı’nın beni tam olarak bildiği gibi o zaman ben de tam olarak bileceğim.

13Şimdi kalıcı olan iman, umut ve sevgidir; bunların üçü. İçlerinden en üstünüyse sevgidir.

14 Haziran 2010 Pazartesi

Trapezist

Bıraktığım gibi bulabileceğim insanları özledim.

Vardı eskiden, olurdu. Mesela çocukken, eğer çok ekstrem şeyler olmamışsa, herkes neredeyse bırakıldığı gibi olurdu. Yaz tatili geçerdi, yazın ne yaptık gibi bir kompozisyon yazardık ve olur giderdi.

Şimdi bırakıldıktan sonra kimse, bırakıldığı gibi olmuyor. En "evden işe-işten eve"\"okuldan eve-evden okula"lar bile aynı olmuyor.

Bırakılmadan bırakılmaya da fark olabiliyor gerçi, o zaman bırakıldığı gibi bulunabilmek falan zaten yalan oluyor. Yukarıdan, fazlasıyla yüksekten bırakılmak mesela, en azından tek parça halinde olamamaya sebebiyet veriyor, bundan eminim.

Trapezistlerin altında (trapezistle yatmıştım-bence hayatımın en inanılmaz derecedeki saçma anektodu olabilir) ağ gibi bir şey olur ya, düşerse "bırakıldığı" gibi olmak için olan o aparat hani. Ondan alabilmeliyiz zaman zaman.

Aslında yalan hikaye. Alamayız, ama arada alıversek? Sirkteki trapezisti izleme sebebi "aha şimdi düşecek" hissi değil mi? Gerçekten insanlar insanlara "bakalım ne zaman düşecek?" hissiyle yaklaşıp, bunu diğerlerine tattırmaya çalışıyorlar mı? Ve sonrasında da -ki sadece "düşecek mi" beklentisi bile yeterlidir aslında düşürmeye\düşmeye- düşülüyor olmasını o kem gözlerine, pudrasız ellerine bakmadan "haha tabii ki bu da düşüyor, sıradaki!" ile perçinleyerek devam ediyorlar mı?

Edebiliyorlar. Müthiş derecede hem de, inanamazsınız.



11 Haziran 2010 Cuma

Deli

Eski evin orada da bir tane delimiz vardı ama bu kadar yakın değildik kendisiyle. Yakınlıktan kastım fiziksel, uzak bir mesafedeydi, arada uğrardı sadece. Zaten anadolu yakasının delileri meşhurdur. Kadıköy, Üsküdar, Erenköy, Caddebostan hatta Kartal'da falan bulunabiliyorlar. Ben de iyi takipçiymişim.

Burada, evimin, odamın tam karşısında bahçe katında bir deli var. Sabahları arada ana-avrat ekolünden küfürlerle uyandırılma oluyor, cam bazı şeylerin kırılması olabiliyor, bağırış-çağırış olabiliyor.

Bugün onun yanında oturan öğrenci çocuklarla olan bir konuşmasına elimde bira-sigara varken hem duyarak hem de görerek şahit oldum.

"Abi, beni sev." diyordu çocuklara. İnanabiliyor musunuz?

İnanabilenler ve inanamayanlar olarak zaten ikiye ayrılıyoruz bence.

6 Haziran 2010 Pazar

Doz

Geçen yine bir sohbet ortamında R. insanı dedi ki:

"Tamam abi, o zaman şöyle diyeceksin 'Ona o zaman, olunca bakarız, geç."

Geç.

Dün gece uzun zamandır yapmadığım bazı eylemleri arkası arkasına getirmek suretiyle yüksek dozda M. oldum. Dozumun yüksekliği neredeyse herkesin hoşuna gitti. Ya da dozumun yüksekliği etrafımdakiler için artık alışılmış bir doz halinde artık. Ya da yüksek gelse de ses etmeyecek kadar iyiler. Ya da yüksek dozdayken anlayamadım hoşlarına gidip gitmediğini. İyiydi işte, geç.

"Ona o zaman bakarız, geç."