28 Temmuz 2010 Çarşamba

Puta tap!

Bazen yürürken, özellikle de aşıksam, elimi toprağa, taşa, tarihi bir binaya dokundurduğum zaman,
Fısır fısır oluyor ya hani ruhum.
Göle taş attıktan sonraki su üzerindeki dalgalanma gibi diyebilirim o fısıltı için.
Daha güzelini de derdim, ama şu an bu uygun.

O zaman diyor ki mesela "teşekkürler", "minnettarım", "dokun, daha da" gibisinden.
Dinlemek için çabalamıyorum ama, dokununca duyuyorum sanki.

Ondandır işte, dokunuyor olmanın benim için önemi.

Kimse kusura bakmasın bence. Dokunmayı sevmeyenlerle olmuyor. Tamam, ben biraz fazla düşkünü olabilirim ama yine de.


26 Temmuz 2010 Pazartesi

Koş!

"Sokakta oynayıp ter içinde kalmış, şişman sarışın çocuğun merdivenlerden şap şap diye çıkıp kapının önünde annesinin verdiği suyu içip tekrar oyuna dönmesi" gibi bir şevk.

Bu şevki hapla satsalar, doktor bana yazar mıydı? Yeşil reçeteyle falan olsaydı, yine Taylan'ın başına ekşisem bana yardımcı olur muydu?

Koşma, terliyorsun ve hasta olacaksın diye bir ekol var hani. Bence onun alt metninde "kimsenin peşinden koşma, çünkü asla durmayabilir" gibi bir şey var.


Zaman periyodik cetvelde 8A grubundan bizlerle...

Zaman kara delik gibi sanki. Kabul edin, çok aktif ve yıkıcı.
Yıkıcı derken, dışarıdan içeri geçiveriyor. Radyoaktif bir durum sanki daha çok. Gözlerden içeri, kalpten içeri, hislerden içeri hatta anılardan içeri.

Ama tahminen, hepsini delip geçiyor.

18 Temmuz 2010 Pazar

Mesela şimdi yerimden kalksam

yavaştan şu odayı bir toparlasam, sonra dün tartıştığım için abimi arasam, iki güldürsem kapatsam, mutfağı biraz elden geçirsem ve bir süredir arayıp-aramama arasıdna gidip geldiğim şu çocuğu arasam, ama hayatta her şeyin benim istediğim gibi olmayacağını bana en azından bugün deneyimlettirmese, sokakta hayvanlar için doldurduğum su kabını atan orospu çocuğunu bulabilsem, salondaki avizeye -avize de avize ama ha!- yeni ampül taksam, sonra eskiden olduğu gibi ışığı açıp heeeey diye bağırsam; daha doğrusu bunu yapacak heyecana hala sahip olsam, rızanın yanına festivale gitsem, içsem...

dün gece balkonda kocaman yeşil bir böceği öldürüp karıncaların olduğu yere bıraktım bi de. karıncalar nasıl da hızlı hızlı taşıdılar onu yuvalarına!

beni taşıyabilecek kadar büyük karıncalarla karşılaşmadan ölmüyorum bugün.

14 Temmuz 2010 Çarşamba

Ya da?

Güneşin batıp da,
Acıtmadığı yaz tatilleri olurdu.

Bu ara güneş senin de içine içine batıyor değil mi?

Ya da?

Geçer


Başına herkesin güneş geçebilir.
Ama herkesin başına gece geçmez.
Başına gece geçenlerin başına güneş geçebilirken,
Başına güneş geçenlerin hepsinin başına gece geçmez.

Farkında mısın?

Bence hiç değilsin.

9 Temmuz 2010 Cuma

Bit

Dün sabaha geç başladım, ütülü bir şeyler bulamadım ve istemediğim bir şeyi giymek durumunda kaldım. Sonrasında motorda midem bulandı, kusasım geldi. Tüm gün, durmalı-başlamalı işler peşindeydim. Sonrasında işe kaldım, bildiğin geç çıkmalar başladı yine!

Korkunç bir yağmur başladı sonra. Öyle böyle olmayanından. Ajansta Ruşen bana şemsiye buldu ve öylece dışarı çıktım. 5 liralık şemsiyeleri çok seviyorum, bana ucuz İspanyol bir fahişeyi anımsatabiliyorlar. Garip.

Eve döndüğümde balkona çıktım tek başıma evde. Yağmur bitmişti artık. Gün bitmişti. Parkta oynayan çocuklar bitmişti. Telefonda ve internette kırıştırmaya hevesim bitmişti. Sigaramla şarabım bitmişti. Sokaktan geçenler bitmişti. Ev arkadaşlarım evde yoklardı, evde iyice ses bitmişti. Balkonda sadece ben bitmemiştim. Bir tek bitmeyen ben kalmıştım.

Olsun.

7 Temmuz 2010 Çarşamba

Teles-kop

Bu sabah yine "bi yerde" uyandım. Fena geçirilmemiş bir gecenin kendi kafamdan feciymiş gibi aksettiriliyor oluşuna ben bile şaşırdım.

Sabah hava da güzeldi, Cihangir'den (allahın cezası cihangir yine...) işe yürüdük. Yolda önce konuşmalı sonra susmalıydık. Öyle de yaptık. Yolun yalnız yürüdüğüm kısmında aklımdan Eskişehir'i ve ütü masasının üzerindeki örtünün değişmesi gerekliliğini düşündüm.

Biraz daha yakından bakmaya başladım, börtü böceğin en had safhada olduğu zamanda hep yaparım.

Miyazaki ve Kill Bill'in de geceye olan katkılarından dolayı teşekkürü borç bilirim.


5 Temmuz 2010 Pazartesi

İtibaren

Bu sabah biraz anormal kalktım -yine bi yerde kaldım, ondandır...- salak gibiyim hala.

Biraz üşüdüm başta, üstüme pikeyi çektim. Yattığım mekanı sevdim, fena değildi.
Sonra çok param varmış gibi davrandım. Biraz alışveriş yaptım sabah sabah. Güneş bulutların arkasına ve önüne geçerek nasıl bir ruh halime bürünmem gerektiğini anlatmaya çalıştı. Ya da ben değişken halimi güneş üzerinden okumayı seçtim de denebilir. Kuş gibi yedim, güneş gibi susadım, kış gibi üşüdüm ve yaz gibi haylazlandım.

Hepsi, uyandığım yataktan işe gelinceye dek oldu.

Şimdi de değişkenlik devam etmekte az çok...

Gelişmelerden sizleri haberdar edeceğim...

2 Temmuz 2010 Cuma

Anlaşıl!

"Happiness is the meaning and the purpose of life, the whole aim and end of human existence - Aristotle"