16 Ekim 2009 Cuma
Kırmızı kalem
Köpekbalığını aç bırakarak büyük bir akvaryuma koymuşlar ve bir adet balık vermişler, anında yemiş haliyle. Ardından cam bir bölmeyle akvaryumu bölmelendirmişler ve aynı köpekbalığını bölmenin birinde tek bırakmışlar. Bir gün sonra, diğer bölmeye bir balık koymuşlar ama köpekbalığı kafasını cama çarpıp durmuş. Çok uzun süre bu şekilde olay devam etmiş, ta ki artık vazgeçinceye dek. Köpekbalığı saldırma eylemini, akvaryumun o kısmına gitmeyerek perçinlemiş.
Bölmeyi kaldırmışlar ve köpekbalığı kafasını yine çarpacağını "öğrendiği" için saldırmaya yeltenmemiş. Durmuş ve açlıktan ölmüş.
Buna da "öğrenilmiş çaresizlik" adını koymuşlar.
Şu anda o köpekbalığının ölmesi kısmının altını çizmiyorum, anlık olarak (ya da değil) onu daha az önemsemiş durumdayım.
Ya da, tamamen vazgeçtim. Herkes istediği yerin altını kırmızı kalemle çizsin.
4 Ekim 2009 Pazar
Halkla ilişkilerde "guguk kuşu" yaklaşımı
TV karşısında zaman geçirme isteği ile ve de aynı zamanda ekran karşısında "kaliteli zaman" geçirme güdümle National Geographic'te izlediğim belgesele inanamamış olmam.
Demek ki, genimizde varmış dedirten bir olay. (Ne kadar ortak gen vardır, yoktur şu anda hiç umurumda değil)
Bir tane kuş var, guguk kuşu. Hem saatin içinden sevimli sevimli çıkıp, zamanı keyifle hatırlatması, hem de aile büyüklerinden birinin bana küçükken söylediği bir tekerlememsi ninni sayesinde kendisiyle ilgili ciddi anlamda pozitif sıfatlar biriktiregelmiştim. (bu hafta, herkes bir şeyler biriktiregelsin, kontrol edicem) Ama ne oldu? National Geographic gözümdeki pembe gözlüğü aldı ve guguk kuşu realitesiyle karşı karşıya kaldım.
Bu guguk hayvanı yumurtası için kendisi bir yuva yapmıyor, hazır yapılmış ve yumurtlanmış bir yuva buluyor, genellikle de kendi yumurtasından daha küçük olan yumurtaların içine kendi yumurtasını yumurtlayıp defolup gidiyor. Ardından da o yuvayı yapmış olan gariban kuşcağız yumurtadan çıkan tüm yavrulara canhıraş yiyecek taşımaya başlıyor ve o ayıya bir türlü yemek yetiştiremiyor, zavallı kadın. Diğerlerinden daha büyük bir kuş olan guguk hayvanı, öteki yavruları ite kaka yuvadan aşağı atıveriyor. Haliyle ölüyor diğer yavrular. Yazık. Çok ciddiyim yazık.
Siz şimdi bunu alın, bir güzel hayatınıza bağlayın. Guguk kuşunun bu yaptıklarıyla ilgili hayatınızda bağlantılar kurabilirsiniz. Ya da, guguk kuşunun tüm bu yaptıklarına rağmen "cici" kuş olabilmesinin ne kadar müthiş bir PR, word-of-mouth, pazarlama ve iletişim stratejisi olabildiğiyle ilgili. Evet, abartmayı seviyorum.
Demek ki, genimizde varmış dedirten bir olay. (Ne kadar ortak gen vardır, yoktur şu anda hiç umurumda değil)
Bir tane kuş var, guguk kuşu. Hem saatin içinden sevimli sevimli çıkıp, zamanı keyifle hatırlatması, hem de aile büyüklerinden birinin bana küçükken söylediği bir tekerlememsi ninni sayesinde kendisiyle ilgili ciddi anlamda pozitif sıfatlar biriktiregelmiştim. (bu hafta, herkes bir şeyler biriktiregelsin, kontrol edicem) Ama ne oldu? National Geographic gözümdeki pembe gözlüğü aldı ve guguk kuşu realitesiyle karşı karşıya kaldım.
Bu guguk hayvanı yumurtası için kendisi bir yuva yapmıyor, hazır yapılmış ve yumurtlanmış bir yuva buluyor, genellikle de kendi yumurtasından daha küçük olan yumurtaların içine kendi yumurtasını yumurtlayıp defolup gidiyor. Ardından da o yuvayı yapmış olan gariban kuşcağız yumurtadan çıkan tüm yavrulara canhıraş yiyecek taşımaya başlıyor ve o ayıya bir türlü yemek yetiştiremiyor, zavallı kadın. Diğerlerinden daha büyük bir kuş olan guguk hayvanı, öteki yavruları ite kaka yuvadan aşağı atıveriyor. Haliyle ölüyor diğer yavrular. Yazık. Çok ciddiyim yazık.
Siz şimdi bunu alın, bir güzel hayatınıza bağlayın. Guguk kuşunun bu yaptıklarıyla ilgili hayatınızda bağlantılar kurabilirsiniz. Ya da, guguk kuşunun tüm bu yaptıklarına rağmen "cici" kuş olabilmesinin ne kadar müthiş bir PR, word-of-mouth, pazarlama ve iletişim stratejisi olabildiğiyle ilgili. Evet, abartmayı seviyorum.
2 Ekim 2009 Cuma
Bilim için soyundum
Yaklaşık elli kişinin küçük ve havasız bir sınıfa doluşup "öğrenme psikolojisi" adı altında "hayatta her şey öğrenme metotlarıyla çözülebilir, siz davranışçıları, psikoanalistçileri, sosyal psikoloji kitaplarını lütfen bir rafa kaldırın kuzucuklarım" mottosunu beynine kazımış genç bir çocukcağızın verdiği bir derste gösterilen videolar sonucu, bilim için soyunasım geldi. Farenin birini ufacık bir deney akvaryumuna kapatıp, ses ile ilgili bir uyarım deneyi yapılıyor. Yüksek ses veriliyor, patlama şeklinde. Bir, iki, üç, dört derken, hayvan korkmaz oluyor. (adını Muse koyduk hoca ve ben) Sevgili Muse, alışıyor patlamalara. Ama bir süre ara veriliyor, Muse hayvanına yemek veriliyor, biraz kendi başına sesszi sakin bırakılıyor ve sesler tekrarlanıyor. Yine ilk ikisinde falan korkuyor sevgili Muse. Ama sonrasında çok daha az geriliyor bir önceki seansa göre. Buna da "Habituation" adı verilmiş. Tabii, hayvanın manyak olmuş olma durumu kimsenin umurunda olmadığı gibi, deney bittikten sonra Muse ve onun gibileri anında yokediliyorlarmış.
Çünkü, "bir durumu deneyimleyen, bilgiyi öğrenen gelişmiş canlılarda beyin farklılaşıyor, elektriksel ve kimyasal durumu öğrenmemişe göre farklı oluyormuş." Yani; öğrendiyseniz, artık kafanız başka çalışıyormuş. Bu sebepten ötürü, beyni "tabula rasa" olmayan hayvanı bilim kullanamıyor, kullanamadığı gibi ani yüksek basınç ortamında "beyin felci"ne maruz bırakarak öldürüyormuş Muse ve arkadaşlarını.
Beyni farklılaşmış hiçbir canlının, hiçbir ortamda "farklı" olmadığı bir yer isteği var bende. Bu bilim adamlarının (bilim insanı?-o da olur) okumamışları sokakta sırtından gazeteci vuruyor gibime geldi.
Evet, abartmayı seviyorum.
Çünkü, "bir durumu deneyimleyen, bilgiyi öğrenen gelişmiş canlılarda beyin farklılaşıyor, elektriksel ve kimyasal durumu öğrenmemişe göre farklı oluyormuş." Yani; öğrendiyseniz, artık kafanız başka çalışıyormuş. Bu sebepten ötürü, beyni "tabula rasa" olmayan hayvanı bilim kullanamıyor, kullanamadığı gibi ani yüksek basınç ortamında "beyin felci"ne maruz bırakarak öldürüyormuş Muse ve arkadaşlarını.
Beyni farklılaşmış hiçbir canlının, hiçbir ortamda "farklı" olmadığı bir yer isteği var bende. Bu bilim adamlarının (bilim insanı?-o da olur) okumamışları sokakta sırtından gazeteci vuruyor gibime geldi.
Evet, abartmayı seviyorum.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)